İSTEYENİN BİR YÜZÜ

Gerçek yaşamda olmaz böyle şeyler ya, oldu diyelim; Alaeddin’in cini karşınıza çıkıp “Dile benden ne dilersen.” dese, ne dilerdiniz?”

Rüya gibi fırsat olurdu bu, pek çoğumuz hanlar, hamamlar, fabrikalar, gemicikler, cebren toplanan takılar ve mücevherlerle patlayasıya dolu kasalar, saraylar, sevgililer, şan şöhret falan isterdik değil mi?

Gelin, görün ki herkes bizim gibi düşünmüyor. Biz küpümüzü doldurmaya çalışırken elin derdine düşen, komşusu aç yatıyor diye uykusu kaçanlar da var. Yukarıdaki soruyu onlara sorarsanız, yanıtları hazırdır:

“Efendim, dünyada aç ve kimsesiz insan kalmamalıymış, dünya nimetleri akıllıca yöntemlerle herkese yetecek kadar çok üretilmeli ve adil bir paylaşımla herkesin ihtiyacı karşılanmalıymış. Böyle bir üretim ve paylaşım için herkes ilgilerine ve yeteneklerine uygun eğitimden geçirilmeli, eğitim ve yeteneklerine uygun işlerde çalışma imkanı bulması sağlanmalı, ancak sağlık durumları üretime katkıda bulunmalarına elvermeyenler de eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlandırılmalı, insanca yaşamaları sağlanmalıymış. Hiçbir çocuk eğitimsiz kalmamalı, eğitim, çocukları ve gençleri yöneticilerin kuklaları, fedaileri, emir kulları olarak şekillendirme ahlaksızlığından arınmalı, eğitilenleri cennetin yolunun şeyhlerinin kucağından, yatağından, nur çeşmelerinden geçtiği safsatasından korumalıymış. Çocuklar büyüdüklerinde işçi olurlarsa sigortasız çalışmayı reddetmeli, işveren olurlarsa sigortasız işçi çalıştırmamalılarmış. Evlenip yuva kurduklarında eşlerine ve çocuklarına karşı saygıda ve sevgide kusur etmemeli, onlara karşı hiçbir nedenle şiddet ve kötü söz kullanmamalılarmış. Siyasete girip iktidar olurlarsa milletin parasını yakınlarına peşkeş çekmemeli, hizmet sunumunda partizanca ayrım yapmamalı, iktidar sarhoşluğuna kapılmamalılarmış. Memur olurlarsa devletin memuru olduklarını unutup kendilerini devlet sanmamalı, kamu mallarının eşrafa peşkeş çekilmesine seyirci kalmamalılarmış. Büyük makamlara geldiklerinde memleketin binlerce büyük zenginini çocuklarının sünnetlerinde ve düğünlerinde takı getirme mecburiyetinde bırakacak davetlerden kaçınmalı, onurun paradan daha değerli olduğunu unutmamalı, görevlerinden çaldıkları zamanlarını eşraf yatlarında, sofralarında heba etmemelilermiş. Yetki sahibi olduklarında yetkilerini kişisel egemenlik ve istismar aracı olarak kullanmamalı, bunun insanı en çok küçülten, adeta acınası durumlara düşüren bir kişilik bozukluğu olduğunu çok iyi bilmelilermiş. Ve daha bir sürü ..miş, ..mış…”

Ne yaparsınız, böyleleri de olacak elbet. Varsın onlar da öyle düşünsünler, öyle inansınlar. Hanlarımızı, hamamlarımızı, haybeden gelirlerimizi, Alaeddin’in cininin doldurup taşırdığı küplerimizi çekemiyorlar. Çatlasınlar. Daha ne diyelim? Onlar varsınlar, inanmasınlar cinlere perilere; varsınlar küplerimizi cinlerin doldurduğunu kabullenmesinler, komşuları aç yatarken uykuları kaçsın. Biz, işimize bakalım, Cinlere, Conilere inanmakta, onlara saygıda ve itaatte kusur etmeyelim. “Ne dilersen dile benden.” diyen cine dileklerimizi hemen sıralayalım: Hanlar, hamamlar, saraylar, takılarla, dolarlarla, eurolarla dolup taşan küpler ve daha neler neler… İsteyenin bir yüzü…!

Bir Yorum Yaz

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir