Ne keyifli olurdu, değil mi? Bahçemizde kendiliğinden en iyi cinsinden bir armut ağacı yetişiverse, dalları olgun armutlarla dolsa, elimizi uzatıp koparmaya ne gerek var, armutlar birer birer ağzımıza düşse, hatta biri çenemizi hareket ettirse de çiğnemek zahmetine de katlanmadan, tam kıvamında çiğnenmiş olarak yutu yutuversek… Ya da yolda yürürken ayağımıza altın dolu bir küp takılıverse…
Şu güzelim dünyada çer çöp suretinde, börtü böcek suretinde, bitki ya da hayvan suretinde bulunabilirdik. İşlenmeye, biçimlendirilmeye elverişli bir balçık yığını, bir kaya parçası, bir kereste ya da herhangi bir metal suretinde olabilirdik. İyi ki bunlardan hiç biri değiliz, çünkü canlı ya da cansız, bunlardan hiç biri kendi kaderini tayin, kendini geliştirme, kendini şöyle veya
Sayın Uğur DÜNDAR’ın geçen hafta yayınlanan haber programlarında birkaç sokak röportajı yer aldı. Röportajı yapan genç muhabir, sokakta yürüyenlere “Wikileax nedir ?”, “Mehmet HABERAL kimdir?” gibi toplumsal yaşamımızı doğrudan ve derinden ilgilendiren sorularını yöneltiyor ya da birtakım fotoğraflar gösterip bu kişileri tanıyıp tanımadıklarını soruyordu. Sorulara muhatap olanlardan yalnızca bir ya da ikisi dürüstçe “Bilmiyorum.” diyebildi.
Profesör Üstün DÖKMEN, toplumumuzun yüz aklarından biri. Halkımız onu TRT televiz- yonlarında yayımlanan KÜÇÜK ŞEYLER programından çok iyi tanır. Ekip arkadaşlarıyla yaptığı programları izlerken kimi kez gülmekten katılır, kimi kez göz yaşlarımızı tutamayız. Onun programları sevgi pınarıdır. Üstün DÖKMEN bilimsel çalışmalarının yanı sıra şiir de yazar. Onun üniversite öğrenci- siyken yazdığı şiirlerden birinin başlığı SELAM’’dır.
Rabutaç, beş – altı yaş anılarımda yaşayan en etkili kahraman. Ufak tefek, seyrek beyaz sakallı, buruşuk yüzlü, kamburca, gülümsemeyi kim bilir ne zaman, neden unutmuş, kimsesiz bir ihtiyardı. Muhtemelen Kocapınar’ın en yaşlı insanıydı. Kimsesi yoktu. Köyün üst başında tek odalı bir kulübe yıkıntısında yaşıyordu. Rabutaç onun lakabıydı ve çalışkan işçi demekti Pomakça’da . Asıl adı
Okullar açıldı. Dün bir, bugün iki. Okullu çocuklarda gözle görülür bir sevinç, bir telaş, bir heyecan… Öyle ya, okullarına, öğretmenlerine, sınıf arkadaşlarına kavuştular ya da yeni okullu oldular. Yeni okullar, yeni kıyafetler, yeni çantalar, kitaplar… Nasıl sevinmesinler, nasıl havalanmasınlar? Sizin de sevinçli, mutlu, heyecanlı olduğunuz görülüyor. Çocukları, torunları okullu olur ya da bir üst sınıfa
Bin dokuz yüz elli dört yılının yirmi üç nisanıydı yanlış anımsamıyorsam. Kocapınar Köyü İlkokulu’nun öğrencileri olarak ulusal bayramımızı kutlama töreninde okuyacağımız şiirleri günler öncesinden ezberlemiş, bayram sabahı daha güneş doğarken okul bahçesinde toplanıp törenin son hazırlıklarını gözden geçirmiştik. Öğretmenlerimiz de, biz de gözle görülür bir heyecan içindeydik. Vakti gelince, çocuk seslerimizle marşlar söyleyerek yürüyüşe geçtik.
Derin, karanlık, merdivensiz bir kuyunun dibinde bulunduğunuzu var sayın. Çevrenize baktığınızda ne görürsünüz? Karanlık nedeniyle ancak el yordamıyla algılayabildiğiniz görünmez bir duvar ve gündüzse tepenizde bir avuç mavi gök yüzü, geceyse ay ya da birkaç yıldız… Görebildiğiniz her şey bunlardan ibaret. İçinde bulunduğunuz durum hoşnut edici değil, berbat, ürkünç. Canınızın derdine düşersiniz. Hele ki yalnız
Kar yağışı pek çok insan için zevkle, sevinçle seyredilen bir doğa olayıdır. Ocağınız tütüyorsa, sobanız gürül gürül yanıyorsa, eviniz sıcacıksa, karnınız tok, sırtınız da pekse, üstelik sağlık sorununuz da yoksa, kar yağışını seyretmenin keyfine doyum olmaz. Pencerenizin önünden ayrılmak istemezsiniz. Derken içinizdeki o büyümek bilmeyen çocuk sizi elinizden tuttuğu gibi sokağa, savrulan kar tanelerinin arasına
Gerçek yaşamda olmaz böyle şeyler ya, oldu diyelim; Alaeddin’in cini karşınıza çıkıp “Dile benden ne dilersen.” dese, ne dilerdiniz?” Rüya gibi fırsat olurdu bu, pek çoğumuz hanlar, hamamlar, fabrikalar, gemicikler, cebren toplanan takılar ve mücevherlerle patlayasıya dolu kasalar, saraylar, sevgililer, şan şöhret falan isterdik değil mi? Gelin, görün ki herkes bizim gibi düşünmüyor. Biz küpümüzü